Selma Ergeç Muhteşem Yüzyıl'ı anlattı
“Muhteşem Yüzyıl” dizisinin Hatice Sultan’ı Selma Ergeç, tıp okurken yarım bırakıp oyunculuğa başlamış.
Hatice Sultan olmadan önceki rollerinde de hep sakin, hatta durgun kadınlarda izledik onu. Tutsan kırılıverecek, hayal gibi uçucu ve illa ki suskun... Aksine dair rivayetler duymuş olsam da Selma Ergeç'in bu kadar kanlı canlı, kıpır kıpır hareketli ve de üstelik çok konuşkan olacağına ihtimal vermemiştim. Bir de neşeli ve eğlenceli.
Topkapı Sarayı'nın mahşer yeri gibi olduğu saatlerde hem bizim, hem yerli ve yabancı turistlerin objektiflerine poz verdi, mini şortuyla Sultanahmet Meydanı'ndan bir dolu laf işiterek geçti, ne yoruldu ne keyfi kaçtı. Alman anneyle Türk babanın Almanya'da doğup büyümüş, tıp, felsefe, psikoloji okumuş, keman çalan, şarkı söyleyen, dans eden, at binen, dalış ve yoga yapan şimdilik oyuncu kızını zaman ve yer yettiğince tanımaya çalıştık. Ama belli ki onda açılmamış çok kutu var.
* Hatice Sultan'ın size nasıl geldiğinden başlasak...
O bana gelmedi, ben ona gittim. Ben Halit'i çok severim. Abim gibi hissederim ve sanki onun olduğu proje güzel ve huzurlu olacak gibi gelir. Projeleri konuşurken menajer Ayşe Barım'a "Halit ne yapıyor?" diye sordum, "Muhteşem Yüzyıl' diye bir iş yapacak" dedi. Bu, kafamın bir yerine yerleşti. Sonra Kaş'ta oturmuş dağlara bakarken "Ben o projede olmak istiyorum" diye aradım. Senaryoyu başka bir karaktere göre okudum önce. Ama bitirdiğimde nedense Hatice vardı kafamda. Niye, gerçekten bilmiyorum çünkü öyle bir karakteri bir daha oynamak istemiyordum. Hep sessiz, sakin, iyi, hafif melankolik karakterler oynadım ve çok sıkıldım bundan. Malzeme de bulamıyorum, tekrara düşüyorum gibi geliyor. Ama buna rağmen Ben Hatice'yi istiyorum dedim.
* Hatice'nin aslında sanıldığından güçlü bir kadın olduğunu ilerleyen bölümlerde fark ettik...
Evet, mesela Mahidevran'la Hürrem'i azarladığı bir sahne vardı, çok eğlenceliydi.
"Kanuni'nin değil, Matrakçı'nın yerinde olmak isterdim"
* Ondan beklenmeyecek bir davranıştı...
Hayatta da bir insanı tek cümleyle tanımlayabileceğimizi düşünüyoruz ya biz. Nasıldır? Sakindir, sessizdir. Değil. O insanı tanıdıkça görürsünüz ki evet sessiz, sakin, tatlı, naif, aynı zamanda son derece hırçın, kavgacı ve sinirli de olabiliyor. En sessiz insanlar bence en tehlikeli insanlardır. Onların tersi çok daha fena olur. Bence Hatice de öyle. Çok sevgi dolu, çok iyi tarafta durmaya çalışıyor. Bu kadar entrikanın döndüğü sarayda, çok saf bir yerde kalmayı tercih etmiş olabilir bilinçsizce. Ama işte siz ne kadar bunların dışında kalmayı isteseniz de hayat sizi onun içine çekebiliyor ve o zamanki hali bence çok enteresan olacak.
* "Beyaz Show"da "O dönemde kadın olmak istemezdim ama Süleyman olmak ister miydim o da başka bir konu" dediniz... İster miydiniz?
Yok. Güç çok tehlikeli bir şey. Birinin eline güç geçti mi karakteri de değişiyor, çok arzu edilecek bir şey mi, bilmiyorum. Çok keyifli hayatlar değil onlar. İlla biri olacaksam Matrakçı olmak isterdim. Sanatçı ruhlu biri ve o dönemin daha bir tadını çıkarmıştır diye düşünüyorum.
* Pargalı ile Hatice'nin aşkını nasıl buluyorsunuz? Çok ütopik değil mi?
Evet ama en ayaklarının üstünde duran adamlara ve kadınlara sorun, herkes büyük bir aşk istiyor.
* Siz de ister miydiniz?
Kim istemez canım? Hani yani devamlı bir adam bana keman çalsın ister miyim bilmiyorum tabii. Ben çok daha pragmatiğimdir. Romantik bir kafaya sahip olduğumu asla söyleyemem. Ama o kadar güzel yazıyor ki Meral Okay, ben bile Hatice kafasına geçtiğimi fark ediyorum bazen. Hop, burası Hatice kafası, buradan çıkmak lazım diyorum.
* Mektuplar yazan, keman çalan bir adam aramaya başlayabilirsiniz aksi halde...
İcraattan çok onun temsil ettiği duygu hali çok acayip tabii. Biz çok şüpheci olmaya başladık. Açık, net, basit, dürüst naif, saf bir şekilde hiçbir konuya yaklaşamaz olduk. Bence bu aşk biraz onu temsil ediyor ve insanlar bunun özlemini çekiyor. Adam keman çalıyor, kız mektup yazıyor, birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlar, ciddi özlem çekiyorlar. Bunda çok acayip bir şey yok ama bize çok tuhaf geliyor. Karmaşıklaşıp çirkinleşmeyen her şey sanki gerçek olamayacakmış ve sanki dalga geçilmesi gereken bir şey gibi gelmeye başladı ya, bence biraz da kendimize bakmamız lazım burada.
Koruncuk Vakfı yararına "muhteşem gece"
* "Muhteşem Yüzyıl" dizisinin Koruncuk Vakfı ile bir işbirliği varmış...
Evet, çok seviyorum o projeyi. Bir çocuk köyü ve çocuklar altılı yedili gruplar halinde bir evde haftanın altı günü orada olan bir anneyle yaşıyorlar. Korunmaya muhtaç çocuklar için bulunmuş en güzel çözümlerden biri. Bizim hedefimiz de bu formatın Türkiye'ye yayılması. "Muhteşem Yüzyıl" sürdükçe ve ondan sonra da bu projeyi destekleyeceğiz. 9 Haziran'da Sait Halim Paşa Yalısı'nda bir gece düzenlenecek. Ekipçe orada olacağız, bir açık artırma olacak, kostümler, mücevherler satılacak, müzik olacak. Hatice'nin de nişan kostümü satılacak orada.
"Bale yapamayınca karateye geçtim"
* Siz keman çalıyorsunuz... Profesyonel müzisyen olmayı düşündünüz mü hiç?
Bir dönem düşünmüştüm. Ama sonra vazgeçtim, benim çok ciddi bir sahne korkum var. İnsanların önüne çıkarken çok heyecanlanıyorum. Bir orkestranın içinde daha rahat ettiğimi fark ettim ama solo da çok çalmak zorunda kaldım. Ve benim elerim titriyor heyecanlandığım zaman. Bu da iyi bir şey değil keman çalarken. O yüzden çalmıyorum. Kendi kendime çalıyorum, bana iyi geliyor. Çok delirdiğim, çok sıkıştığım zaman ya müzik dinlemem, ya şarkı söylemem, ya dans etmem ya da keman çalmam lazım. İsterdim ki elektrogitar ya da bateri çalayım, ona da bir gün başlayacağım herhalde.
* Şarkı da söylüyor musunuz?
Genellikle şahitler yokken.
* Dans peki? Ders aldınız mı onun için de?
Yok, öyle havalı havalı etmiyorum, gayet komik ediyorum. Ama bale yaptım her uslu küçük kız çocuğu gibi. Balerin olmak istiyordum mesela gerçekten.
* Niye olmadı?
3,5 yaşında başlamıştım baleye ve 6 ile 10 yaş arasında yapamadım. Çünkü Erdemli'ye taşındık, Mersin taraflarında çok küçük bir yer. Orada bale yapma imkanı yok. Spor namına askeriyenin karate kursu vardı, biz ona giderdik. Bir sürü asker arasında, kardeşimle ben, bıdık, karate yapıyorduk. 10 yaşından sonra da biraz dobiştim ben, bir daha geri dönmedim.
n Bu hiç inanılası bir şey değil...
Harbiden, ben çok çabuk kilo alıyorum. Bizim baba tarafı, genetik kodlama öyle. Anne tarafı çok disiplinli olduğu için idare ediyorum.
"Babam gibi cerrah olmak istiyordum; kesip biçmeyi seviyoruz"
* Annenizle babanız nerede tanışmış?
Çok klasik. Annem hemşire, babam doktor, aynı yerde çalışıyorlar. Babam uzmanlık için Almanya'ya gidiyor, annem de o yaz Türkiye'ye gitmiş, çok sevmiş. Babam annemi dansa kaldırıyor bir dans gecesinde. Böyle ikisinin tamamen ayrı anlattıkları bir tanışma hikayeleri var. Ama ben anneme daha çok inanırım çünkü babam biraz daha süslüyor bence.
* Kaç kardeşsiniz?
En büyük benim, sonra erkek kardeşim Deniz var, sonra Leyla var.
* Alman isimleriniz yok mu?
Yok çünkü Leyla zaten Laila, çok evrensel bir isim, Deniz öyle. Benim ismim de Selma Lagerlöf'ten. Annem hamileyken Selma Lagerlöf okuyor. Çok enteresan bir seçim bence hamile bir kadın için, o yüzden ben böyle çıktım herhalde. "Selma ne güzel isim" diyor. Babam da Türk ismi o diyor. Babama göre her şey Türktür, herkes Türk ve her şey Türklerin icadı; çok şekerdir.
"Birkaç ay, bir sürü seneye dönüştü"
* Liseyi İngiltere'de okumuşsunuz, o nasıl oldu?
Biz en az iki senede bir taşınıyorduk. Nihayet annemle babam bir yere yerleşti. Ama bünye alışmış oldu. Kardeşim sıkılıp Güney Afrika'ya gitti, ben de İngiltere'ye. Londra'da çok güzel bir okul bulmuştum, kızlı erkekli. Ama babam Adanalı ya, Oxford'da kız okuluna gönderdi. Liseden sonra da tıp.
* Ne doktoru olmak istiyordunuz?
Cerrah olmak istiyordum. Babam da genel cerrah. Biz seviyoruz öyle keselim biçelim.
* Bırakma kararı nasıl verildi?
Ben hep oyuncu olmak istiyordum ama işte sahne korkusu var. Tıbbın üçüncü senesinde Türkiye'ye staja geldim. Önce Çapa'ya, acile, ikincisinde de Adana Çukurova'ya. O sıra altı ay kadar ara vermek istedim. "Böyle mi Olacaktı?" dizisinde eroin bağımlısı bir kız için oyuncu aranıyordu, birkaç ay yapabilirim diye düşündüm. O birkaç ay oldu bir sürü sene. Sonra kendime şöyle bir yöntem buldum: Albert Schweitzer diye çok hayran olduğum bir doktor var tarihte, org çalmayı çok seviyor. Ve şöyle bir pazarlık yapmış kendiyle: 30 yaşına kadar müzik yapacağım, 30 yaşından sonra doktor olup hayatımı buna adayacağım. Dedim sen de 30 yaşına kadar oyunculuk yap, eğle kendini. Ama ondan sonra adamakıllı tıp oku ve Afrika'ya git, insanlığa bir faydan olsun, yaşamış olmanın bir anlamı olsun. Ama işte bırakamıyorum.
"Kendime yutturmaya çalışıyorum"
* Bu fikir hâlâ bir kenarda duruyor mu?
Evet, çok gelgit yaşıyorum hâlâ. Teknik olarak yapılabilecek, vicdani sorumluluk olarak da yapılması gereken bir şey. Ben buna oyunculuk içinde kılıflar uydurmaya çalışıyorum kendi kafamda. "Bir doktor olarak insanları bedensel olarak iyileştirebilirsin ama seni en çok etkileyen şeyler ne oldu hayatta? Kitaplar ve filmler. Bunun içinde yer alıyorsun, böyle bir faydan olabilir belki" diye kendime yutturmaya çalışıyorum
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.