Dücane Cündioğlu: Dindarların da günaha ihtiyacı var

İslami entelijansiyanın son dönemde en çok konuşulan ismi Dücane Cündioğlu yine ezber bozan açıklamalarda bulundu

'Mimarlık ve Felsefe', 'Sanat ve Felsefe', 'Sinema ve Felsefe' Cündioğlu'nun bir arada sunduğu üç yeni kitabı.  Radikal'den Berrin Karakaş'a konuşan Dücane Cündioğlu "Cumhuriyetin tezini gördük, bitti. Şu anda antitezi yaşıyoruz ve sentezi umuyoruz. Güvene ihtiyaç var. Kastım ekonomi-politik temelli değil, aksine psikoloji temelli bir güven duygusu. Çünkü istinattan çok itimat etmeye ihtiyacımız var" diyerek başlıyor söze. Cündioğlu'na göre ülkenin vicdan sahibi insanlarının, namuslu kalemlerinin kalpleri, bu sentez için çarpmalı.

DİNDARLIK DAHA TEŞHİRCİ BİR NİTELİK KAZANACAK

Şu anda Türkiye 'de yaşanan dindarlığı nasıl tanımlıyorsunuz?
Cumhuriyetin asimülatif yorumlarıyla oluşmuş, 80 yıldır görünme ihtimalinin tamamen biçilip yok edildiği simülatif bir dindarlık olarak. Bu form şu anda her taraftan fışkırıyor. Patlamalar biraz daha sürecek, bu kaçınılmaz. Eskiden fakir halk büyük kubbelere para bulamadığından, minareler de nispeten daha ucuza mal olduğu için küçük kubbeli ve fakat uzun minareli camiler yapıyordu. İşte şimdi bu eziklik duygusu çok büyük siyasi ve ekonomik bir güçle birleşmiş durumda. Öyle ki Demirören'in yaptığı alışveriş merkezi sebebiyle Ağa Camii'nin temelleri kayıyor ama nedense Demirören yapılan restorasyonu, "Biz yaptırıyoruz ve İstanbul 'a armağan ediyoruz" diye sunuyor. Mabetle çıkarlar arasındaki ilişki sadece politik değil ekonomik de. Bir tür epidemi bu. Yangından mal kaçırırcasına restorasyonlar yapılıyor. Bu dindarlık ister istemez daha büyük bir simülasyon halinde tezahür edecek, hatta daha teşhirci bir nitelik kazanacak.

CUMHURİYET GEÇMİŞİ OLMAYAN ŞİMDİ DİNDARLIK İSE ŞİMDİSİ OLMAYAN GEÇMİŞ

'Mimarlık ve Felsefe' kitabınızda "Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkılmalı" diyorsunuz. Nedir bu kazanımlar?
Cumhuriyetin seküler hamleleri, ne yapıp edip modern uygarlığa eklemlenme arzusu, inkâra hiç gerek yok, bugün Türkiye'de iyi giden bazı şeylerin de doğrudan sebebi. Bugün dış dünyayla temas ederken çok fazla zorluk çekmiyorsak bu cumhuriyetin kimi kazanımları sayesinde. Cumhuriyet bu toprakların uygarlaşması konusunda Paris Belediye Başkanı Haussman gibi davrandı. Ezdi ve yaptı. Canımız acısa da, galiba fena da olmadı, dediğimiz işler bunların bir kısmı. Ne yapalım, Türkiye bu sert hamleler üzerinden ancak varlık kazanabiliyor. Türkiye şimdiye kadar tek kanatla uçtu. Diyorum ki, bir kanat diğerini kırmamalı. İki kanatla, geçmiş ve şimdiyle uçabiliriz. Cumhuriyet geçmişi olmayan bir şimdiydi. Dindarlık da şimdisi olmayan bir geçmiş. Geleceğimizin olması için bu geçmişle şimdinin birleşmesi icap ediyor.

BİZİM SADECE HATIRLAMAYA DEĞİL UNUTMAYA İHTİYACIMIZ VAR

'Sanat ve Felsefe'de bahsettiğiniz Kaplumbağa Terbiyecisi'nin ressamı Osman Hamdi'ye gelirsek; "Kaplumbağa Terbiyecisi'nin çevresinde dolanan zavallı Türk resmi" derken ressamın çağdaşlaşma hevesine dair de konuşuyorsunuz sanırım.
Bu çabaları küçümsediğimden değil. Problem geçmişi olmayan bir şimdinin sırf kendisinden hareketle geleceği hak ettiğini düşünmesi. Ki ABD bile bunu yapmadı. Kendisine hayali bir geçmiş üretti. Büyük devletler, büyük uluslar sadece hatırladıklarıyla değil, unuttuklarıyla da büyük olmayı başarırlar. O yüzden bizim sadece hatırlamaya değil, unutmaya da ihtiyacımız var. Sırf el sıkışabilmek için. Barış içinde yaşayabilmek için. Cumhuriyetin bir tarafı unutarak var olmaya çalıştı. Şimdi ikinci tarafı hatırlayarak var olmak istiyor. İkisi birleştiğinde, hem hatırlamanın hem de unutmanın hakkını verebildiğimizde Türkiye'yi daha iyi günler bekliyor.

TÜRKİYE'NİN ECDADI YOKTU

İkinci tarafın hatırlayışı nasıl bir hatırlayış yalnız? Son olarak Muhteşem Yüzyıl dizisi kaynaklı 'ecdadımız' tartışması mesela.
Bu, bilinçdışının marifeti. Bilinçli olanla çatışma kaçınılmaz. Kendini bu şekilde ifade eden bilinçdışı. Şu anda atları, palaları, kılıçlarından kelleler damlayan akıncıları, ecdadı hatırlıyor sadece. Ecdatsızdı çünkü. Türkiye'nin ecdadı yoktu. Hititleri, Etileri, Uygurları hatırladı ama Selçuklu ve Osmanlı yoktu. Gün gelecek Bizans'ı da, Roma'yı da, Likyalıları da hatırlayacak. O zaman Türkiye'nin toprağından petrol değil, tarih fışkıracak. Türkiye bilincini iyi yönlendirmeyi başarabilirse kendi toprağında sayısız antik kentin uyuduğunu görebilir, ki inanın bu çok büyük bir zenginlik. 8000 yıllık ayak izlerini öpmeyi becerebildiğimizde başka bir tınlayış duyacağız, daha derinden bir kavrayışın farkına varacağız. Osmanlı bu toprakların yakın bilincidir. Cumhuriyetin unuttuğu Osmanlı'yla Selçuklu'yu şu anda sadece bir yönüyle, işimize gelen yönüyle hatırlıyoruz, istemediklerimizi ise unutuyoruz.

TÜRKİYE'DE YAY ÇOK GERİLDİ

"Bilinçdışının bilinçle çatışması kaçınılmaz" diyorsunuz. Şu anda imam hatipler sebebiyle eğitimde de bir çatışma mevcut.
Toplulukların toplum haline gelmesi kolay değil. Toplulukları toplum haline getiren sadece vicdan değil, aynı zamanda akıl çünkü. Akılla vicdanın el ele yürümesi icap ediyor. Türkiye'nin çağdaş kazanımları tek taraflı bir yürüyüşe izin vermez. Medreseyle değil, mekteple tekkenin çatışması var şu anda. Medrese kendiliğinden lağvedildi ama yerini mektep aldı. Mektep ister istemez yakın geçmişini hatırlayarak kendini inşa etti ve aşırılıklara kaçtı. Yayı ne kadar gererseniz ok o kadar ileri gider. Türkiye'de yay çok gerildi ve ok çaresiz çok ileri gidecek. Bu ifrat. Az gerer atarsan da dibine düşer ki bu da tefrit. İkisinin ortası vasattır, dengedir, uyum ve harmonidir. Bu topraklar, eninde sonunda ihtiyaç duyduğu o güçlü uyumu yakalayacak.

ANTİKAPİTALİST MÜSLÜMANLAR SOLCULUK MÜSAMERESİ YAPIYOR

'Mimarlık ve Felsefe' kitabında "Kapitalizm bu sefer sarığıyla, cüppesiyle, seccadesiyle seni betona gömüyor ama farkında değilsin" diyorsunuz. Peki 'Antikapitalist Müslümanlar'a ne diyorsunuz?
Müsamere tadında bir solculuk oyunu. Bir tür karikatür. Düşünsel derinlikten uzak. Taş atan çocuk naifliğinde. Kapitalizmin ihtiyaç duyduğu o ciddi eleştiriyi zayıflatmaktan başka bir değerleri de yok ne yazık ki. Ekonomi-politik nedir bilmiyorlar. Ve medyamız bu iyiniyetli çocukları tebessümle bağrına basıp şefkatle başını okşuyor. Çünkü bu su birikintisinin altı toprak değil, düpedüz asfalt.

MEVLANA'NIN SESİ ENDERUN'UN SESİ, ŞEMS'İN İSE..

Kitaplarınızda da altını sıkı sıkı çizdiğiniz gibi, Dücane Cündioğlu Şems'in tarafında. Oysa bu ülkede Mevlana'dır genelde aslolan...
Mevlana'yı meczup haline getiren Şems idi. Ben Şems'i meczup hale getirenin peşindeyim. "Ah kendim gibi birini bulaydım da onu da çıldırtaydım" der Şems. Mevlana çıldırmıştır ama çıldırtmaz. Şems çıldırmıştır ve çıldırtır. Hz. Pir-i Mevlana şefkatlidir. Siyah ölümü tatmıştır. Halkın meşakkatlerine tahammül etmeyi bilmiştir. Şems'te ise o tahammülden eser yoktur. Biz bu nedenle Şems'i de çıldırtana âşığız. Mevlana'nın sesi Enderun sesi. Ahmet Özhan'ın sesi gibi. Bizim aradığımız ses tekkenin sesi. Hafız Sami'nin sesi gibi.

DİNDARLARIN DA GÜNAHA İHTİYACI VAR

Özellikle 'Sanat ve Felsefe'de Hallac-ı Mansur misali uçurum kenarında yürüyen bir yazar görüyoruz. Ve bir davet günaha...
Dindarların da günaha ihtiyacı var. Kendilerini tanımaya. Günah işlemeye değil, işledikleri günahları idrak etmeye. İnsan kendi sınırlarının dışına çıkma eğilimi taşır, sırf özgürlük duygusunu tatmak için. Müminler günah, seküler bireyler suç dolayımında bu duyguyu tecrübe ederler. O nedenle kendi sınırlarını yoklamadıkça evrenini idrak edemez insan. Düşünürler ve sanatçılar sınırları çiğneme, kenarlardan taşma eğilimlerini nadiren bastırırlar. "Yola çıkmak yoldan çıkmaktır" der dururum bu yüzden.

ÖNCE YOLDAŞ SONRA YOL SONRA YOLCULUK

Görmek üzerine düşünürken Hz. Muhammed'in resminin yapılamamasına da değiniyorsunuz. Müslümanlıkta görsellik deneyimi arttıkça bu yasak da yıkılır mı dersiniz?
İslam dünyasının yerleşiklik nitelikleri güçlendikçe belki bu kaçınılmaz hale gelecek. Fakat şimdi çok erken. Şafak sökmeden yola düşülmez. Bir de yoldaş yoksa. Önce yoldaş, sonra yol, sonra yolculuk. Ama fecr ışıldarken.

Gündem Haberleri

Hem devleti hem cemaati idare edenler var